MERYEM 73 / 75 |
وَإِذَا
تُتْلَى
عَلَيْهِمْ
آيَاتُنَا
بَيِّنَاتٍ
قَالَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا لِلَّذِينَ
آمَنُوا
أَيُّ
الْفَرِيقَيْنِ
خَيْرٌ
مَّقَاماً
وَأَحْسَنُ
نَدِيّاً {73} وَكَمْ أَهْلَكْنَا
قَبْلَهُم
مِّن قَرْنٍ
هُمْ أَحْسَنُ
أَثَاثاً
وَرِئْياً {74}
قُلْ مَن كَانَ
فِي
الضَّلَالَةِ
فَلْيَمْدُدْ
لَهُ
الرَّحْمَنُ
مَدّاً
حَتَّى
إِذَا
رَأَوْا مَا
يُوعَدُونَ إِمَّا
الْعَذَابَ
وَإِمَّا
السَّاعَةَ
فَسَيَعْلَمُونَ
مَنْ هُوَ
شَرٌّ
مَّكَاناً وَأَضْعَفُ
جُنداً {75} |
73.
Ayetlerimiz onlara açık açık okunduğunda kafirler, mü'minlere derler ki:
"Bu iki kesimden hangisinin makamı daha hayırlı, oturup kalktığı kimseleri
daha iyidir?"
74. Halbuki
bunlardan önce hem malı mülkü itibariyle hem de görünüşü itibariyle onlardan
daha üstün olan nice nesilleri helak etmiş bulunuyoruz.
75. De
ki: "Kim sapıklıkta ise Rahman ona verdiği mühleti uzattıkça uzatsın.
Nihayet kendilerine vaad olunanı, azabı ya da kıyameti göreceklerinde
hangisinin makamca daha kötü ve askerce daha zayıf olduğunu
bileceklerdir."
"Ayetlerimiz onlara
açık açık okunduğunda" buyruğunda sözü edilenler; Yüce Allah'ın: "Ben
öldükten sonra mı diriltılip çıkarılacak mışım?"(66. ayet) diye
kendilerinden söz edip haklarında: "Zalimleri ise orada dizleri üzerine
çökmüş olarak terkederiz" buyurduğu bu kafirlere Kur'an-ı Kerım okunduğu
vakit ellerinde tuttukları dünyalık ile güç, kuvvet sahibi olduklarını ileri
sürerler ve şöyle derler: Eğer biz batıl üzere isek peki ne diye malca daha
çokluğuz, sayıca daha güçlüyüz? Onların bu sözlerden kasıtları, mustaz'af
insanları şüpheye düşürmek ve onlara malı çok olan kimsenin bu durumunun
dininde de haklı olduğunun delili olduğu şeklinde yalnış bir kanaat vermektir.
Onlar bu sözleriyle kafirler arasında fakir, müslümanlar arasında da zengin
bulunduğuna hiç dikkat etmiyor, gibidirler. Yüce Allah'ın gerçek dostlarını
dünyaya aldanmaktan uzak tuttuğunu ve ona aşırı meyletmekten onları koruduğunu
bilmiyor gibidirler.
"Açık açık"
buyruğu lafızları ağır ağır ve tane tane okunan, manaları oldukça özlü,
maksatları açıkça ortaya koyan demektir.
Bu buyruklar, ya
muhkemdirler, ya muhkemler ile açıklanmış müteşabihtirler, ya da Resulullah
(s.a.v.) bunları sözüyle ya da fiiliyle açıkça beyan etmiştir. Yahut bu
ayetlerin i'cazı açıkça ortadadır. İşte i'cazı açıkça ortada olan ayetlerle
onlara meydan okunmuştur. Hiçbir kimse onlara karşı durmaya, benzerlerini
getirmeye güç bulamamıştır. Ya da bu ayetler apaçık deliller ve kesin
belgelerdir.
"Açık açık"
anlamındaki "beyyinat"ın te'kid için hal gelmesi (gramer açısından)
en uygun açıklamadır. Yüce Allah'ın: "Halbuki o ... doğrulayan, gerçeğin
ta kendisidir"(el-Bakara, 91) buyruğuna benzemektedir. Çünkü Yüce Allah'ın
ayetleri esasen, ancak açık ve kesin belgedirler.
"Kafirler"
buyruğuyla Kureyş'in müşrikleri olan en-Nadr b. el-Haris ve arkadaşlarını
kastetmektedir. "Mü'minlere" buyruğuyla da Peygamber (s.a.v.)ın
ashabının fakirlerini kastetmektedir. Bunlar oldukça yoksul idiler, yaşayışları
da mahrumiyet içinde idi, elbiseleri eski püskü idi. Müşrikler ise saçlarını
tarıyorlar, başlarını yağlıyorlar, en güzel elbiselerini giyiniyorlardı. O
bakımdan mü'minlere: "derler" di "ki: Bu iki kesimden hangisinin
makamı daha hayırlı, oturup kalktığı kimseleri daha iyidir?"
"Makamı (oturup
kalktığı yeri)" anlamındaki; (...) kelimesini İbn Kesir, İbn Muhaysın,
Humeyd ve Şibl b. Abbad "mim" harfini ötreli olarak okumuşlardır ki
bu da kalınan yer, ikamet yeri demektir. Bunun ikamet etmek anlamında mastar
olması da mümkündür. Diğerleri ise "mim" harfini üstün olarak
okumuşlardır. Bu da oturup kalkılan ev ve mesken anlamındadır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Makam önemli işler için kendisinde durulan mekan demektir. İki kesimden hangisinin
mevki ve yardımcıları daha çoktur, demektir.
" ... Oturup,
kalktığı kimseleri daha iyidir?" buyruğundaki ve "oturup kalktığı
kimseler" anlamı verilen; (...) kelimesini İbn Abbas "meclisi"
diye açıklamıştır. Yine ondan görünüşü, manzarası diye açıkladığı rivayet
edilmiştir. Sözlükte ise bu, meclis ve toplantı yeri (nad!) anlamındadır.
"Daru'n-Nedve" de buradan gelmektedir. Çünkü müşrikler burada kendi
işleriyle ilgili görüşmeler yapar, danışırlardı. "Mecliste (nad!) onunla
birlikte oturdu" demektir. Şair de şöyle demiştir: "Ben orada
el-Velid ailesi ve Ca'fer(in ailesi) ile otururum."
(Ayet-i kerimede) bu
kelime (nedy) "fail" vezninde olup topluluğun meclisi ve oturup
konuştukları yer demektir. "Nedve, nadi, munteda ve mütenedda"
kelimeleri de aynı anlama gelir. Eğer hazır bulunanlar ayrılacak olurlarsa buna
"nediy (meclis, toplantı yeri)" denilmez. Bu açıklamayı el-Cevheri
yapmıştır.
* * *
"Halbuki bunlardan
önce hem malı mülkü itibariyle" pek çok malı, eşyası bulunan " ...
nice nesilleri" nice ümmet ve toplulukları "helak etmiş bulunuyoruz.
"
Şair "mal,
mülk" anlamındaki (aynı kökten gelen) kelimeyi kullanarak şöyle demiştir:
"Ve birbirine girmiş, -meyvesinin çokluğundan aşağı sarkmış hurma salkımı
gibi- kökünden dahi pek bol, Ve omuzları süsleyen simsiyah bir saç ... "
"Esas" aynı
zamanda ev eşyası anlamındadır. Bunun, eski ev eşyası ile bunların
giyilenlerinin en adi ve bayağıları anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Hasen
b. Ali et-Tusi de şu beyiti nakletmektedir: "Bizim Ummu'l-Velid'den ayrıldığımızdan
beri uzun zaman geçti, Ve artık ev eşyalarımız (zamanla eskidiğinden) adi ve
bayağı hale geldi."
İbn Abbas dedi ki: Bu
kelime hey'et ve görünüş demektir. Mukatil ise elbise anlamında olduğunu
söylemiştir.
"Görünüş": Güzel
görünüş anlamındadır. Bu kelime beş türlü okunmuştur, Medineliler hemzesiz
olarak ve "ya" harfini şeddeli; (...) şeklinde; Küfeliler hemzeli;
(...) diye okumuşlardır. Ya'kub'un naklettiğine göre ise Talha şeddesiz tek
"ya" ile; (...) diye okumuştur. Süfyan, el-A'meş'ten, o Ebu
Zabyan'dan, o İbn Abbas'tan; "Kılık, kıyafet" şek-
linde "ze"
harfi ile okuduğunu nakletmektedir. Bunlar dört kıraattir. Ebu İshak dedi ki:
Bu kelimenin; (...) şeklinde ve sonrasında hemze olan bir "ya" ile
okunması da mümkündür.
en-Nehhas dedi ki:
Burada Medinelilerin kıraati güzeldir. Bu da iki şekilde açıklanabilir:
1. Bu kelimenin,
"Gördüm"den türetilmiş olması sonradan hemze hafifletilerek yerine
"ya" getirilmiş olması, daha sonra da iki "ya"nin birbirine
idğam edilmiş olması şeklinde. Bunun güzel oluşu ise, ayet sonlarının birbirine
uymasıdır. Çünkü (bu sürede) ayet sonları hemzeli değildir. İşte buna binaen
İbn Abbas bunun görünüş anlamına geldiğini söylemiştir. Buyruk; hem malı mülkü
itibariyle, hem de elbisesi itibariyle, anlamında olur.
2. Nimetten dolayı
terlerinin, derilerinin semirmiş görünmesi demektir. Bu açıklamaya göre ise
hemzeli okuyuş caiz değildir.
Verş'in, Nafi'den, İbn
Zekvan'ın da İbn Amir'den; (...) şeklindeki okuyuşları da birinci şekil ile
açıklanır. Kufelilerin ve Ebu Amr'ın kıraati de böyle olup asıl üzere
"görmek" anlamındaki fiilden gelir.
Talha b. Musarrif'in
kıraati ise tek bir "ya" ile; (...) şeklinde olup yalnış olduğunu
zannediyorum. Bazı nahivciler şöyle açıklamışlardır: Bunun aslı hemze iken
"ya"ya dönüştürülmüştür. Daha sonra iki "ya"dan birisi
hazfedilmiştir.
el-Mehdevı dedi ki: Bu
kelimenin; (...) şeklinde olması sonra da bu hemzenin "ya"ya
dönüştürüldükten sonra iki "ya" olması, bilahare hemzenin harekesinin
"ya "ya nakledildikten sonra ilk "ya"nın hazfedilmiş olması
da mümkündür. Nitekim kimisi bu kalb (dönüştürme) esasına göre; (...) diye de
okumuştur ki; bu da beşinci kıraattir. Sibeveyh (...) kelimesinin;
''Gördü" anlamında kullanıldığını da nakletmiştir.
el-Cevheri dedi ki: Bu
kelimeyi hemzeli okuyan bunu görünüş anlamında; "Gördüm" fiilinden
gelmiş kabul eder. Bu ise gözün görmüş olduğu güzel hal ve açıktaki giyiniş
anlamına gelir. Ebu Ubeyde de, Muhammed b. Numeyr es-Sakafi'ye ait şu beyiti
nakletmektedir: "Senden ayrıldıkları günü özledi seni hanımlar, Güzel
görünümlü eşyaların yanında (olduklarında)."
Bunu hemzesiz okuyanlara
gelince; ya hemzeyi hafifleterek okumuşlardır. Yahut da bu kelime;
"Renkleri güzelleşti ve derileri doldu" anlamındaki kökten
gelmektedir.
İbn Abbas, Ubeyy b.
Ka'b, Said b. Cübeyr, el-A'sam, el-Mekki ve Yezid elBerberi'nin "ze"
harfi ile; "Kılık, kıyafet itibariyle" şeklindeki okuyuşları ise
hey'et (görünüş) ve güzellik demektir.
Bununla birlikte bunun
"topladım" anlamına gelen; (...) kökünden gelmesi de mümkündür. O
takdirde bunun aslı; (...) olup "vav" harfi "ya"ya kalb
edilmiş olur. Peygamber (s.a.v.)ın: "Yeryüzü benim için toplanıp bir araya
getirildi" hadisinde de aynı kelime kullanılmıştır.
Buyruğun anlamı şudur:
Bunların Allah'ın azabına karşı kendilerine hiçbir faydası yoktur. Bunlar
istedikleri kadar yaşasınlar, nihayet öleceklerdir ve ömürleri uzasa dahi
ulaşacakları nokta azap olacaktır. Yahut; Yüce Allah'ın kendilerini yakalamak
üzere göndereceği dünya azabı gelip onları bulacaktır.
[ - ]
"De ki: "Kim
sapıklıkta küfürde ise Rahman ona verdiği mühleti uzattıkça uzatsın."
Cahilliğinin azgınlığında ve küfrü içerisinde onu terkedip, bıraksın.
Burada lafız emir
olmakla birlikte, anlamı haberdir yani sapıklık içerisinde olana Yüce Allah uzunca
bir süre verir. Nihayet onun aldanışı da uzayıp gider. Bu ise onun azabının
daha çetin olmasına sebeb olur.
Şu buyruklar da buna
benzemektedir: ''Onlara mühlet vermemiz, ancak günahlarını arttırmaları
içindir. "(Al-i İmran, 178); ''Biz de onları azgınlıkları içerisinde kör
ve şaşkın terkederiz. "(el-En'am, 110) Buna benzer buyruklar pek çoktur.
Yani istediği kadar yaşasın, ömür boyunca kendisine istediği kadar genişlik
verilsin, nihayette varacağı yer ölüm ve ceza olacaktır. Bu da en ileri derecede
tehdit ve korkutmadır.
Bir görüşe göre bu,
Peygamber (s.a.v.)ın yapması emrolunan bir duadır. Mesela: Benim malımı çalanın
Yüce Allah elini kessin, denildiği zaman bu, hırsıza bir bedduadır.
"Rahman ona verdiği
mühleti uzattıkça uzatsın" buyruğu şartın cevabıdır. Bu açıklamaya göre
Yüce Allah'ın "uzattıkça, uzatsın" anlamındaki buyruğu haber olmaz.
"Nihayet
kendilerine vaad olunanı ... göreceklerinde" buyruğunda
"görecekler" diye çoğul gelmesi "Kim" lafzının hem tekil,
hem çoğul için kullanılabilmesinden dolayıdır.
"İse" mazi ile
birlikte kullanılacak olursa, müstakbel (müzari) anlamında olur. (Muzari
olarak): Kendilerine vaad olunanı görecekleri vakte kadar, anlamındadır.
Burada "azap"
ya Yüce Allah'ın, onlara karşı mü'minlere yardım edip muzaffer kılmak suretiyle
mü'minlerin onları kılıçla ve esir almakla azaplandırmalarıyla olacaktır. Yahut
kıyametin kopması ve onların cehenneme gitmeleriyle olacaktır.
"Hangisinin makamca
daha kötü ve askerce daha zayıf olduğunu bileceklerdir." O vakit gerçekler
açıkça ortaya çıkacaktır. Bu da onların: "Bu iki kesimden hangisinin
makamı daha hayırlı, oturup kalktığı kimseleri daha iyidir" şeklindeki
sözlerine bir cevaptır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN